
Kadının Evi Kalbidir
İnsan, doğada kendini evinde hissetmeyen tek canlıdır.
Ağaç, rüzgârı tanır; kuş, göğü bilir; nehir yatağını bırakmaz.
Ama insan, doğduğu topraklarda bile çoğu zaman yabancıdır.
Dört duvarla çevrili alanlara “ev” deriz; ama ev dediğimiz şey, taşla sıvayla kurulmaz yalnızca.
Ev, ait hissetmektir; güvende olmak, kendinle barış içinde bir yer bulmaktır bu dünyada.
Peki kadın? Kadın bu evin neresinde durur?
Ya da şöyle soralım: Kadın gerçekten bir eve sahip midir?
Kadın, bu dünyada bir eve sahip olamayan tek varlık gibidir çoğu zaman.
Doğar, babasının evidir orası. Orada kalırken bile hep “emanet”tir.
Yetişir, bir gün gideceği evin hayaliyle büyütülür. Evlenir, kocasının evidir artık.
O eve kendi emeğiyle, sevgisiyle, sabrıyla can verir ama mülkiyeti genellikle onundur denemez.
Yıllar geçer, yaşlanır; bu kez çocuklarının evinde bir köşeye çekilir.
Her zaman bir yere “ait” gibi görünse de, aslında hiçbir yer tam anlamıyla ona ait değildir.
Oysa ev dediğimiz şey nedir ki kadın olmadan? Dört duvar mıdır sadece?
İçinde ocak yanmıyorsa, kahkaha çınlamıyorsa, sevgi dokunmamışsa duvarlarına…
Orası sadece bir yapıdır. Soğuktur, sessizdir, yabancıdır.
Kadın ise evi yuva yapan kişidir.
Onun varlığıyla can bulur duvarlar.
Sevgisiyle ısınır odalar.
Elinin değdiği her yer, bir iz bırakır.
Pencereye astığı tül, mutfakta unuttuğu çaydanlık, sandığın içinde sakladığı mektuplar…
Kadının izleriyle anlam kazanır ev.
O yüzden denir ki: Kadın yoksa ev de yoktur aslında.
Ama belki de biz kadınlar, tüm bu dışa ait olmayanlıklara rağmen, doğuştan bir eve sahibiz.
Dışarda aradığımız evi, aslında içimizde taşıyoruz.
Kalbimizde…
Çünkü kadın, kendi kalbinde kurar evini.
Sevgisini, şefkatini, hayallerini, yaralarını ve yeniden yeşeren umudunu hep oraya taşır.
Kalbinin içinde, hep bir yer ayırır kendine.
Kimsenin alamadığı, kimsenin yıkamadığı bir evdir bu.
En büyük yangınlarda bile sönmeyen bir ocak, en karanlık gecelerde bile ışık veren bir pencere…
Evet, kadının evi kalbidir.
Ne mülkiyet ister ne onay ne de imza.
Kadın, her şeye rağmen var olduğu yerlerde değil, hissettiği yerlerde yaşar.
Ve bu dünyada gerçekten ait olduğu yegâne yer, kendi kalbinin sıcaklığıdır…

