-
“Hayırlı” Değil, Kolaylıkla ve Güzellikle Olsun
Kelimelerle aramızda görünmeyen bir bağ var. Kimini dua diye sararız dilimize, kimini yara gibi taşırız kalbimizde. Bu yazı, bir kelimenin nasıl değiştiğini, nasıl dönüştüğünü ve bir insanın hayatına nasıl iz bıraktığını anlatıyor. Bilmezdim, bir kelimenin altında paramparça olacağımı.Oysa zannederdim ki insanların içten bir “Hayırlı olsun” dileği, beni hayalini kurduğum mutlu sona götürecekti.Sabırla beklediğim, tevekkülle sırtlandığım, dişimi sıkarak geçtiğim yollar… Hepsi bu kelimeyle taçlanacak ve ben çektiklerimin mükâfatını alacaktım. Ama hayat, sahneme beklenmedik bir perde sonu ekledi.İnandığım, bildiğim tüm kavramlar yerle bir oldu.O günden beri “hayırlı olsun” kelimesi dilime yanaşmaz oldu.Lügatımdan eksildi. Bilmezdim kelimelerin bu kadar güçlü, bu kadar sihirli olduğunu.Doğru ya, hep “hayırlısını” isteriz Yaradan’dan…Ama bilmeyiz: Hayır kime göre, neye…
-
Piraye – Seyir: Bir Kadının Kelebeğe Dönüşme Hikayesi
Yazar Hakkında: Piraye, özellikle kadınların içsel yolculuklarına ve psikolojik dönüşümlerine odaklanan eserleriyle tanınan bir yazar. Kaleme aldığı kitaplarda hem edebi hem de kişisel gelişim odaklı bir dil kullanıyor. Seyir, yazarın en çok konuşulan kitaplarından biri haline geldi. “Yol tektir. Ya yoldasındır ya kayıp.” Peki ya bu zamana kadar hiç bir yola sahip olamamışsan?Ya da bunun farkında bile olmamışsan, eksikliğini hiç hissetmemişsen? Mina, doğuştan bir yola sahip değildi. Aslında en temel sorun şuydu: Yol neydi, nereye giderdi, bilmiyordu. Ta ki hayat, vakti geldiğinde onu Maya ile tanıştırana kadar… Hep bir kayıp hâlindeydi. Ayakları yere sağlam basmayan, donanımlı ama bir o kadar da zavallı bir kadındı Mina. Seyir: Bir Dönüşüm Hikayesi Seyir,…
-
YU HUA – YAŞAMAK
📖 “Yaşamak” Üzerine: Bir Hayatın Sessiz Tanıklığı – Yu Hua’nın Romanı Üzerine Notlar Bazen bir kitap okursunuz, kapağını kapattığınızda sadece bir hikâyeyi değil, insanlığın bütün acılarını, umutlarını ve direncini kalbinizde hissedersiniz. Çinli yazar Yu Hua’nın “Yaşamak” adlı romanı, tam da böyle bir kitap. Sessiz ama derin bir sesle haykırıyor yaşamanın ne demek olduğunu. Acıların arasından süzülen dayanıklılığı, kayıplarla biçimlenen karakteri ve her şeye rağmen toprağa tutunmayı anlatıyor. Romanın başkahramanı Fugui, varlıklı bir ailede doğmuş, gençliğinde kumar tutkusu ve sorumsuzlukla bütün servetini kaybetmiş bir adam. Hayat ona defalarca sırtını dönmüş, ama o her defasında küllerinden yeniden doğmaya çalışmış. Fugui’nin kişisel hikâyesi aslında sadece onun değil; aynı zamanda 20. yüzyılın ortasında Çin’in…
-
Kadının Evi Kalbidir
İnsan, doğada kendini evinde hissetmeyen tek canlıdır. Ağaç, rüzgârı tanır; kuş, göğü bilir; nehir yatağını bırakmaz. Ama insan, doğduğu topraklarda bile çoğu zaman yabancıdır. Dört duvarla çevrili alanlara “ev” deriz; ama ev dediğimiz şey, taşla sıvayla kurulmaz yalnızca. Ev, ait hissetmektir; güvende olmak, kendinle barış içinde bir yer bulmaktır bu dünyada. Peki kadın? Kadın bu evin neresinde durur? Ya da şöyle soralım: Kadın gerçekten bir eve sahip midir? Kadın, bu dünyada bir eve sahip olamayan tek varlık gibidir çoğu zaman. Doğar, babasının evidir orası. Orada kalırken bile hep “emanet”tir. Yetişir, bir gün gideceği evin hayaliyle büyütülür. Evlenir, kocasının evidir artık. O eve kendi emeğiyle, sevgisiyle, sabrıyla can verir ama mülkiyeti…
-
Bir İnsan, Bir Kalp Ve Bir Hikaye
Her şeyde biraz birilerini buluruz. Zamanında bizim için değerli olan birini her güzel şeye benzetir, Ve o güzel şeylerin içerisine hapsetmek, tutmak isteriz. Kişi kendinden bilir işi derler. Aslında Sertab Erener çok güzel özetlemiş bu durumu. ‘Sen sandığım şey belki benim yüreğimdi’ diyor şarkısında. Siz güzel sevince karşınızdaki de direk güzel oluyor, bu kadar güzel sevilmeyi hak etmesede. Güzel bakan gözler güzel görür. Biz güzel bakan insanlar, kurbağayı bile prense dönüştürebiliyoruz. Güzel bir bakışa sahipken, kötü görmek ve düşünmek ne mümkün ? … Bazen hayat, bir insanın kalbinde kopan fırtınalarla şekillenir. İnsanlar, sevdikleriyle inşa ettikleri hayallerin içinde bir süre kaybolurlar; bir ev, bir yaşam, bir gelecek… Bütün bunlar, sadece birlikte…
-
Kurtarıcı Olmanın Bedeli
Hayatının büyük bir kısmını “iyi” olmaya, “güçlü” durmaya ve herkesi idare etmeye mi adadın ? Belki kimse fark etmedi ama sen yıllardır görünmeyen bir yükü taşıyorsun… Bu yazı, sessizce yorulan, hep gülümseyen ama içten içe kendini unutanlara gelsin. Kendini tanımaya, şefkatle hatırlamaya bir adım atmak istersen, okumaya devam et… Hiç düşündün mü, herkesi idare eden, her şeyi toparlamaya çalışan kişi olmayı ne zaman öğrendin ? Belki de çok küçükken… Annenin yüzü asılmasın, üzülmesin diye sessiz kaldığında… Baban kızmasın diye hatanı gizlemeyi seçtiğinde… Evde huzur bozulmasın diye içinden geçenleri bastırıp fazla gülümsediğinde… Uslu, akıllı bir çocuk rolü oynarken kendini unuttuğunda… İşte o anlarda farkında olmadan bir inanç yerleşti içine: “Ben iyi…
-
Kırılmak Neden Kötü Olsun ? Kintsugi Felsefesiyle Yaralara Başka Bir Bakış
“İnsan hata yaptığı kadar olgun, kırıldığı kadar güçlüdür.” Zaman zaman hayattan payımıza düşen acılarla sarsılır, nefessiz kalırız. Koca bir okyanusta değil, yumruğumuz kadar bir kalbin içinde boğuluruz. Hayallerimiz, heveslerimiz kursağımızda kalır; aldığımız nefes bile ciğerlerimize ulaşamadan içimizde düğümlenir. O an geldiğinde, sessizce fısıldarız: “Tükendim.” Ama zaman, sabır ve kabul ile anlarız ki yanılmışız. Çünkü kırılmak, bir son değil; yeni bir başlangıcın eşiğidir. Kırılmak, Yeniden Doğmanın Başlangıcı Olabilir Mi ? Hiç kendini tam anlamıyla kırılmış hissettin mi ? Hayatın bir yerinde “Artık devam edemem,” dediğin oldu mu ? Peki, o anın ardından yeniden ayağa kalktığında, gerçekten aynı kişi miydin ? “Bazen en çok kırıldığımız yerde başlarız gerçekten var olmaya.” Hayat bazen…
-
Dört Anlaşma
“Toltek Bilgeliği ile Hayatı Sadeleştir: 4 Anlaşmayla İç Huzura Yolculuk” Hayat bazen üstümüze üstümüze gelir. Bir bakmışız, kelimelerimize, hislerimize, ilişkilerimize hakim olamaz hale gelmişiz. Peki ya hayatı sadeleştirmenin ve daha huzurlu yaşamanın bir yolu olsaydı? Toltek bilgeliğinin ışığında, Don Miguel Ruiz bize sadece dört temel anlaşmayla hayatımızı nasıl kolaylaştırabileceğimizi gösteriyor. Belki de aradığımız cevaplar, düşündüğümüzden çok daha basit. İşte o dört anlaşma: 1. Kullandığın Sözcükleri Özenle Seç. Sözcükler sadece iletişim araçları değildir; onlar aynı zamanda yarattığımız büyüdür. Yazar, en tehlikeli kara büyünün “dedikodu” olduğunu söylüyor. Dedikodu yaptığımızda hem başkalarını hem kendimizi zehirliyoruz. Sözlerimizi dikkatle seçmeye başladığımızda hayatımızda gerçek bir dönüşüm başlar. Çünkü kullandığımız her kelime, hem bizim hem de karşımızdakinin…
-
Doğal Afet Ve İnsan
Siz hiç birinin bahçesine eşsiz bir çiçek ekebildiniz mi ? … Bu cümleyi yazdıktan hemen sonra İstanbulda 6.2 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Sarsıntı başladığında hayat birkaç saniyeliğine durdu. Yaşanılan gerçek sarsıntıyken, hissedilenlenler şok ve korku oldu. Korku, panik ve dua aynı anda yaşandı. Yerin altından yükselen uğultu, göğsümüzde yankılanan dualara karıştı. O an anladık ki doğa bizden çok daha güçlü ve bizler onun karşısında yalnızca birer misafiriz. Depremin ardından ilk hissedilen duygu şoktu, hemen arkasından ise korku geldi. Telefonlarımıza sarıldık. Kalbimizin yankı bulduğu o birkaç kişiye ulaşmaya çalıştık. Herkes, “İyi misin?” demek, sevdiklerinden “iyiyim” yanıtını duymak istedi. Ne büyük bir teselli, ne kıymetli bir cümle… Doğal afetler ürkütücü, korkutucu ve…
-
Alışmak ve İçsel Gücümüz: Dağlardan Bile Güçlüyüz
Yaratıcı, ölüm acısını önce dağlara vermiş. O heybetli koca dağlar bu acıyı kaldıramamış; sarsılmışlar, uğuldamışlar, parçalanmışlar. Sonrasında Yaratıcı, bu acıyı dağlardan alıp insanlara vermiş. İnsanlar bir gün ağlamış, iki gün ağlamış… Her geçen gün bu acıya alışmışlar. Sanırım biz insanların en büyük özelliği “alışmak.” Heybetli dağların bile kaldıramadığı bu acıyı, küçük insan bedenleri fiziksel olarak taşıyabilmiş. İnsanoğlu her şeye alışıyor. Ne kadar geçmeyecek, alışamayacağımız gibi gelse de, geçen her zaman bir bakıyoruz ki alışmışız… Unutmuyoruz ama alışıyoruz. Yaralarımız kabuk bağlıyor, acısı geçiyor mu, buna net cevap vermek zor. Ama hayat devam ediyor, biz yaşamaya, nefes almaya devam ediyoruz. Yediğimiz lokma kursağımızdan zor geçse de bir şekilde besleniyoruz. Uykularımız bölük pörçük…