• Algernon’a Çiçekler

    🌼 Dikkat: Bu Kitap En Hassas Duygularınıza Dokunup Ağlatıyor Daniel Keyes – Algernon’a Çiçekler Kitap İncelemesi 📘 Kısaca Konusu: “Zekâ” ile Gelen Yalnızlık Charlie Gordon, doğuştan zihinsel engelli bir birey. Onu sıradan insanlardan ayıran tek şey düşük IQ’su değil, aynı zamanda saf kalbi, insanlara duyduğu güven ve en çok da “anlaşılma” arzusudur. Bir gün, zekâyı artırmak için yapılan deneysel bir ameliyatın gönüllü deneği olur. Öncesinde başarıyla uygulanmış olan bu deney, Algernon adlı bir laboratuvar faresinde inanılmaz sonuçlar vermiştir. Charlie de bu umutla ameliyata girer. İlk başta olağanüstü bir şekilde zekâsı gelişir. Artık karmaşık cümleler kurabilen, bilimsel makaleler yazan, birkaç dil bilen bir birey olmuştur. Ama bu zekâ artışı, ona aradığı…

  • Yu Hua – 7. Gün

    🕊️ Gömülmeyenlerin Ülkesi’ne Sessiz Bir Yolculuk “Burada ağaç yaprakları sana seslenecek, kayalar sana gülümseyecek, Nehir seni selamlayacak. Burada herkes ölümde eşitliği buluyor.” Yu Hua’nın “7. Gün” adlı romanı, yaşamla ölüm arasında sıkışmış bir ruhun içsel yolculuğunu anlatırken, aynı zamanda yaşama dair derin sorgulamalar ve dokunaklı gözlemlerle dolu. Ana karakter Yang Fei’nin gözünden, bu dünyadan göçmüş ama hâlâ bir şekilde tamamlanmamış hikâyelerin ardında bıraktığı izleri okuyoruz. 🌫️ Gömülmeyenlerin Ülkesi: Yasın, Anıların ve Sessizliğin Mekânı Kitabın belki de en çarpıcı tarafı, ölenlerin arkasından yas tutulmayan, mezarları olmayan ruhların dolaştığı bir hayali ülke: Gömülmeyenlerin Ülkesi. Burada herkes kendi yasını kendisi tutuyor, çünkü onları uğurlayacak kimse kalmamış. Kimi kollarına siyah bir kumaş bağlıyor, kimi…

  • Can Çekişen Ruhları Hiçbir Beden Taşıyamıyor

    Hayat, bizi öyle kırılgan ve ince bir çizgiye getirdi ki…Yaşananlar için şükreder olduk; yaşanamayanlar içinse.Zararın neresinden dönsek kârdır diyerek normalleştirdik birçok acıyı.İnsan oluşumuzun en büyük yanı da bu belki: her şeye alışmak. Ama sonra ruhlarımıza ne oluyor?Ruh hastalanıyor.Sessiz çığlıklar atıyor içimizde, ciğerlerimiz daralıyor nefessizlikten.Kalbimizin değirmeni ince ince öğütüyor yaşanmışlıkları;zamanla un ufak ediyor belki ama hep içimizde bir şey eksik kalıyor. Yas, Sadece Ölüme Değildir Kaybetmek, parçalanmak, ihanete uğramak da bir yas sürecidir.Ve bu süreçler bizi güçlendirir evet…Ama aynı zamanda da kabullenmeye mahkûm eder.Zira bazı durumların ne sorumlusu ne de çözüm noktasıyız. İlk adım: kabulleniş.Her şeyin yükünü sırtlamaktan vazgeçmek gerek.Her şey sizin elinizde değil.Her şeye müdahale edemezsiniz.Bazı şeyler “takdir-i ilahi”dir.Bu yüzden…

  • Aleksey Tolstoy -Aelita

    🚀 Giriş: Bilimkurguya Yolculuk Aleksey Tolstoy’un 1923 yılında kaleme aldığı Aelita, Sovyet bilimkurgu edebiyatının öncülerinden biri olarak kabul edilen önemli bir romandır. Dünya’dan Mars’a uzanan bu hikâye, sadece bir bilimsel keşif serüveni değil; aynı zamanda aşk, devrim ve ideoloji dolu bir içsel yolculuğun da anlatısıdır. Tolstoy, bu eserinde dönemin Rus siyasi atmosferini, uzak bir gezegene yansıtarak alegorik bir dille işler. Bugün bilimkurgu alanında sıkça rastlanan Mars temalı hikâyelerin çoğu, Aelita’nın bıraktığı izleri takip eder. 🌌 Gelişme: Mars’ta Aşk, Devrim ve Savaş 👨‍🚀 Karakterler: Kaybolmuş Ruhlar ve Yeni Umutlar Romanın başkarakterlerinden Mstislav Sergeyeviç Los, eşini kaybetmiş bir mühendis olarak Dünya’daki tüm bağlarını koparmış bir adamdır. Hem duygusal hem de entelektüel bir…

  • Yaratıcı Gücü Erkeklere, Cesareti Kadınlara Vermiş

    Bu cümle neden bu kadar etkiledi beni, bilmiyorum… Belki de hayatım boyunca tüm kapalı kapıları cesaretimle açtığım, Kilitli olanları bile azmimle zorlayıp açtırdığım içindir.Geçmişime şöyle bir dönüp bakınca, yapmamam gereken, Hatta kaldırmamam gereken taşların altına bile hep ben elimi koymuşum. Ne zaman birine iyilikle, insanlıkla yaklaşsam, hep kendimden eksilmişim.Kendi değerimi küçültmüşüm.Zamanla şeffaflaşmışım; görünmez, duyulmaz hale gelmişim. Neden biz kadınlar bu kadar anaç duygularla yaklaşırız herkese, üstelik kişi ayrımı bile yapmadan?Neden çorak bir tarlaya dönüştürülmüş koca alanı görmezden gelip, Sadece bir zamanlar orada yeşermiş minicik bir filize odaklanırız?Oysa ortada kaçınılmaz bir gerçek vardır:O tarla artık çoraktır. Kadın-erkek dengesi, tıpkı hayatın diğer her şeyi gibi değişti.Yaratıcı erkekleri biz kadınlardan daha güçlü yaratmış,…

  • Sekoya Ağacı Ve İnsan

    Acı, bizi daha derin bir zarardan korumak için yaratılmışken; ızdırap, acının gönderdiği uyarıyı görmezden geldiğimizde yaşadığımız şeydir. Acı bir habercidir, koruyucu bir önlemdir. Hayatlarımızda, kendimizde ve ilişkilerimizde değişmesi gereken şeyleri işaret eder. ‘’ Ey insanoğlu, bu devir bu şartlar altında yürümez, bir şeyler değişmeli, bu diyardan gitmeli ’’ diye seslenir ruhumuza. Ve içten içe, içimizde saklı, gizli kuytu köşelere ittiğimiz yaralarımızla ilgilenmemizi ister. Bilimsel açıdan bakılırsa, nöroloji çalışmaları kalp kırıklığının yarattığı acının beyinde fiziksel acıyla aynı bölgelerini harekete geçirdiğini ortaya çıkardı. Evet, büyük bir hayal kırıklığı yaşadığınızda, kalbinizin parçalanıyormuş gibi acıması, pare pare yanması ve bunu içten hissetmeniz gayet sağlıklı bir durumdur. Yaşadıklarınız her ne kadar sağlıklı olmasa da… Bu bahsettiğim acı,…

  • “Hayırlı” Değil, Kolaylıkla ve Güzellikle Olsun

    Kelimelerle aramızda görünmeyen bir bağ var. Kimini dua diye sararız dilimize, kimini yara gibi taşırız kalbimizde. Bu yazı, bir kelimenin nasıl değiştiğini, nasıl dönüştüğünü ve bir insanın hayatına nasıl iz bıraktığını anlatıyor. Bilmezdim, bir kelimenin altında paramparça olacağımı.Oysa zannederdim ki insanların içten bir “Hayırlı olsun” dileği, beni hayalini kurduğum mutlu sona götürecekti.Sabırla beklediğim, tevekkülle sırtlandığım, dişimi sıkarak geçtiğim yollar… Hepsi bu kelimeyle taçlanacak ve ben çektiklerimin mükâfatını alacaktım. Ama hayat, sahneme beklenmedik bir perde sonu ekledi.İnandığım, bildiğim tüm kavramlar yerle bir oldu.O günden beri “hayırlı olsun” kelimesi dilime yanaşmaz oldu.Lügatımdan eksildi. Bilmezdim kelimelerin bu kadar güçlü, bu kadar sihirli olduğunu.Doğru ya, hep “hayırlısını” isteriz Yaradan’dan…Ama bilmeyiz: Hayır kime göre, neye…

  • Piraye – Seyir: Bir Kadının Kelebeğe Dönüşme Hikayesi

    Yazar Hakkında: Piraye, özellikle kadınların içsel yolculuklarına ve psikolojik dönüşümlerine odaklanan eserleriyle tanınan bir yazar. Kaleme aldığı kitaplarda hem edebi hem de kişisel gelişim odaklı bir dil kullanıyor. Seyir, yazarın en çok konuşulan kitaplarından biri haline geldi. “Yol tektir. Ya yoldasındır ya kayıp.” Peki ya bu zamana kadar hiç bir yola sahip olamamışsan?Ya da bunun farkında bile olmamışsan, eksikliğini hiç hissetmemişsen? Mina, doğuştan bir yola sahip değildi. Aslında en temel sorun şuydu: Yol neydi, nereye giderdi, bilmiyordu. Ta ki hayat, vakti geldiğinde onu Maya ile tanıştırana kadar… Hep bir kayıp hâlindeydi. Ayakları yere sağlam basmayan, donanımlı ama bir o kadar da zavallı bir kadındı Mina. Seyir: Bir Dönüşüm Hikayesi Seyir,…

  • Yu Hua – Yaşamak

    📖 “Yaşamak” Üzerine: Bir Hayatın Sessiz Tanıklığı – Yu Hua’nın Romanı Üzerine Notlar Bazen bir kitap okursunuz, kapağını kapattığınızda sadece bir hikâyeyi değil, insanlığın bütün acılarını, umutlarını ve direncini kalbinizde hissedersiniz. Çinli yazar Yu Hua’nın “Yaşamak” adlı romanı, tam da böyle bir kitap. Sessiz ama derin bir sesle haykırıyor yaşamanın ne demek olduğunu. Acıların arasından süzülen dayanıklılığı, kayıplarla biçimlenen karakteri ve her şeye rağmen toprağa tutunmayı anlatıyor. Romanın başkahramanı Fugui, varlıklı bir ailede doğmuş, gençliğinde kumar tutkusu ve sorumsuzlukla bütün servetini kaybetmiş bir adam. Hayat ona defalarca sırtını dönmüş, ama o her defasında küllerinden yeniden doğmaya çalışmış. Fugui’nin kişisel hikâyesi aslında sadece onun değil; aynı zamanda 20. yüzyılın ortasında Çin’in…

  • Kadının Evi Kalbidir

    İnsan, doğada kendini evinde hissetmeyen tek canlıdır. Ağaç, rüzgârı tanır; kuş, göğü bilir; nehir yatağını bırakmaz. Ama insan, doğduğu topraklarda bile çoğu zaman yabancıdır. Dört duvarla çevrili alanlara “ev” deriz; ama ev dediğimiz şey, taşla sıvayla kurulmaz yalnızca. Ev, ait hissetmektir; güvende olmak, kendinle barış içinde bir yer bulmaktır bu dünyada. Peki kadın? Kadın bu evin neresinde durur? Ya da şöyle soralım: Kadın gerçekten bir eve sahip midir? Kadın, bu dünyada bir eve sahip olamayan tek varlık gibidir çoğu zaman. Doğar, babasının evidir orası. Orada kalırken bile hep “emanet”tir. Yetişir, bir gün gideceği evin hayaliyle büyütülür. Evlenir, kocasının evidir artık. O eve kendi emeğiyle, sevgisiyle, sabrıyla can verir ama mülkiyeti…