Yaşama Dair

  • Can Çekişen Ruhları Hiçbir Beden Taşıyamıyor

    Hayat, bizi öyle kırılgan ve ince bir çizgiye getirdi ki…Yaşananlar için şükreder olduk; yaşanamayanlar içinse.Zararın neresinden dönsek kârdır diyerek normalleştirdik birçok acıyı.İnsan oluşumuzun en büyük yanı da bu belki: her şeye alışmak. Ama sonra ruhlarımıza ne oluyor?Ruh hastalanıyor.Sessiz çığlıklar atıyor içimizde, ciğerlerimiz daralıyor nefessizlikten.Kalbimizin değirmeni ince ince öğütüyor yaşanmışlıkları;zamanla un ufak ediyor belki ama hep içimizde bir şey eksik kalıyor. Yas, Sadece Ölüme Değildir Kaybetmek, parçalanmak, ihanete uğramak da bir yas sürecidir.Ve bu süreçler bizi güçlendirir evet…Ama aynı zamanda da kabullenmeye mahkûm eder.Zira bazı durumların ne sorumlusu ne de çözüm noktasıyız. İlk adım: kabulleniş.Her şeyin yükünü sırtlamaktan vazgeçmek gerek.Her şey sizin elinizde değil.Her şeye müdahale edemezsiniz.Bazı şeyler “takdir-i ilahi”dir.Bu yüzden…

  • Yaratıcı Gücü Erkeklere, Cesareti Kadınlara Vermiş

    Bu cümle neden bu kadar etkiledi beni, bilmiyorum… Belki de hayatım boyunca tüm kapalı kapıları cesaretimle açtığım, Kilitli olanları bile azmimle zorlayıp açtırdığım içindir.Geçmişime şöyle bir dönüp bakınca, yapmamam gereken, Hatta kaldırmamam gereken taşların altına bile hep ben elimi koymuşum. Ne zaman birine iyilikle, insanlıkla yaklaşsam, hep kendimden eksilmişim.Kendi değerimi küçültmüşüm.Zamanla şeffaflaşmışım; görünmez, duyulmaz hale gelmişim. Neden biz kadınlar bu kadar anaç duygularla yaklaşırız herkese, üstelik kişi ayrımı bile yapmadan?Neden çorak bir tarlaya dönüştürülmüş koca alanı görmezden gelip, Sadece bir zamanlar orada yeşermiş minicik bir filize odaklanırız?Oysa ortada kaçınılmaz bir gerçek vardır:O tarla artık çoraktır. Kadın-erkek dengesi, tıpkı hayatın diğer her şeyi gibi değişti.Yaratıcı erkekleri biz kadınlardan daha güçlü yaratmış,…

  • Sekoya Ağacı Ve İnsan

    Acı, bizi daha derin bir zarardan korumak için yaratılmışken; ızdırap, acının gönderdiği uyarıyı görmezden geldiğimizde yaşadığımız şeydir. Acı bir habercidir, koruyucu bir önlemdir. Hayatlarımızda, kendimizde ve ilişkilerimizde değişmesi gereken şeyleri işaret eder. ‘’ Ey insanoğlu, bu devir bu şartlar altında yürümez, bir şeyler değişmeli, bu diyardan gitmeli ’’ diye seslenir ruhumuza. Ve içten içe, içimizde saklı, gizli kuytu köşelere ittiğimiz yaralarımızla ilgilenmemizi ister. Bilimsel açıdan bakılırsa, nöroloji çalışmaları kalp kırıklığının yarattığı acının beyinde fiziksel acıyla aynı bölgelerini harekete geçirdiğini ortaya çıkardı. Evet, büyük bir hayal kırıklığı yaşadığınızda, kalbinizin parçalanıyormuş gibi acıması, pare pare yanması ve bunu içten hissetmeniz gayet sağlıklı bir durumdur. Yaşadıklarınız her ne kadar sağlıklı olmasa da… Bu bahsettiğim acı,…

  • “Hayırlı” Değil, Kolaylıkla ve Güzellikle Olsun

    Kelimelerle aramızda görünmeyen bir bağ var. Kimini dua diye sararız dilimize, kimini yara gibi taşırız kalbimizde. Bu yazı, bir kelimenin nasıl değiştiğini, nasıl dönüştüğünü ve bir insanın hayatına nasıl iz bıraktığını anlatıyor. Bilmezdim, bir kelimenin altında paramparça olacağımı.Oysa zannederdim ki insanların içten bir “Hayırlı olsun” dileği, beni hayalini kurduğum mutlu sona götürecekti.Sabırla beklediğim, tevekkülle sırtlandığım, dişimi sıkarak geçtiğim yollar… Hepsi bu kelimeyle taçlanacak ve ben çektiklerimin mükâfatını alacaktım. Ama hayat, sahneme beklenmedik bir perde sonu ekledi.İnandığım, bildiğim tüm kavramlar yerle bir oldu.O günden beri “hayırlı olsun” kelimesi dilime yanaşmaz oldu.Lügatımdan eksildi. Bilmezdim kelimelerin bu kadar güçlü, bu kadar sihirli olduğunu.Doğru ya, hep “hayırlısını” isteriz Yaradan’dan…Ama bilmeyiz: Hayır kime göre, neye…

  • Kadının Evi Kalbidir

    İnsan, doğada kendini evinde hissetmeyen tek canlıdır. Ağaç, rüzgârı tanır; kuş, göğü bilir; nehir yatağını bırakmaz. Ama insan, doğduğu topraklarda bile çoğu zaman yabancıdır. Dört duvarla çevrili alanlara “ev” deriz; ama ev dediğimiz şey, taşla sıvayla kurulmaz yalnızca. Ev, ait hissetmektir; güvende olmak, kendinle barış içinde bir yer bulmaktır bu dünyada. Peki kadın? Kadın bu evin neresinde durur? Ya da şöyle soralım: Kadın gerçekten bir eve sahip midir? Kadın, bu dünyada bir eve sahip olamayan tek varlık gibidir çoğu zaman. Doğar, babasının evidir orası. Orada kalırken bile hep “emanet”tir. Yetişir, bir gün gideceği evin hayaliyle büyütülür. Evlenir, kocasının evidir artık. O eve kendi emeğiyle, sevgisiyle, sabrıyla can verir ama mülkiyeti…

  • Bir İnsan, Bir Kalp Ve Bir Hikaye

    Her şeyde biraz birilerini buluruz. Zamanında bizim için değerli olan birini her güzel şeye benzetir, Ve o güzel şeylerin içerisine hapsetmek, tutmak isteriz. Kişi kendinden bilir işi derler. Aslında Sertab Erener çok güzel özetlemiş bu durumu. ‘Sen sandığım şey belki benim yüreğimdi’ diyor şarkısında. Siz güzel sevince karşınızdaki de direk güzel oluyor, bu kadar güzel sevilmeyi hak etmesede. Güzel bakan gözler güzel görür. Biz güzel bakan insanlar, kurbağayı bile prense dönüştürebiliyoruz. Güzel bir bakışa sahipken, kötü görmek ve düşünmek ne mümkün ? … Bazen hayat, bir insanın kalbinde kopan fırtınalarla şekillenir. İnsanlar, sevdikleriyle inşa ettikleri hayallerin içinde bir süre kaybolurlar; bir ev, bir yaşam, bir gelecek… Bütün bunlar, sadece birlikte…

  • Kurtarıcı Olmanın Bedeli

    Hayatının büyük bir kısmını “iyi” olmaya, “güçlü” durmaya ve herkesi idare etmeye mi adadın ? Belki kimse fark etmedi ama sen yıllardır görünmeyen bir yükü taşıyorsun… Bu yazı, sessizce yorulan, hep gülümseyen ama içten içe kendini unutanlara gelsin. Kendini tanımaya, şefkatle hatırlamaya bir adım atmak istersen, okumaya devam et… Hiç düşündün mü, herkesi idare eden, her şeyi toparlamaya çalışan kişi olmayı ne zaman öğrendin ? Belki de çok küçükken… Annenin yüzü asılmasın, üzülmesin diye sessiz kaldığında… Baban kızmasın diye hatanı gizlemeyi seçtiğinde… Evde huzur bozulmasın diye içinden geçenleri bastırıp fazla gülümsediğinde… Uslu, akıllı bir çocuk rolü oynarken kendini unuttuğunda… İşte o anlarda farkında olmadan bir inanç yerleşti içine: “Ben iyi…

  • Kırılmak Neden Kötü Olsun ? Kintsugi Felsefesiyle Yaralara Başka Bir Bakış

    “İnsan hata yaptığı kadar olgun, kırıldığı kadar güçlüdür.” Zaman zaman hayattan payımıza düşen acılarla sarsılır, nefessiz kalırız. Koca bir okyanusta değil, yumruğumuz kadar bir kalbin içinde boğuluruz. Hayallerimiz, heveslerimiz kursağımızda kalır; aldığımız nefes bile ciğerlerimize ulaşamadan içimizde düğümlenir. O an geldiğinde, sessizce fısıldarız: “Tükendim.” Ama zaman, sabır ve kabul ile anlarız ki yanılmışız. Çünkü kırılmak, bir son değil; yeni bir başlangıcın eşiğidir. Kırılmak, Yeniden Doğmanın Başlangıcı Olabilir Mi ? Hiç kendini tam anlamıyla kırılmış hissettin mi ? Hayatın bir yerinde “Artık devam edemem,” dediğin oldu mu ? Peki, o anın ardından yeniden ayağa kalktığında, gerçekten aynı kişi miydin ? “Bazen en çok kırıldığımız yerde başlarız gerçekten var olmaya.” Hayat bazen…

  • Doğal Afet Ve İnsan

    Siz hiç birinin bahçesine eşsiz bir çiçek ekebildiniz mi ? … Bu cümleyi yazdıktan hemen sonra İstanbulda 6.2 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Sarsıntı başladığında hayat birkaç saniyeliğine durdu. Yaşanılan gerçek sarsıntıyken, hissedilenlenler şok ve korku oldu. Korku, panik ve dua aynı anda yaşandı. Yerin altından yükselen uğultu, göğsümüzde yankılanan dualara karıştı. O an anladık ki doğa bizden çok daha güçlü ve bizler onun karşısında yalnızca birer misafiriz. Depremin ardından ilk hissedilen duygu şoktu, hemen arkasından ise korku geldi. Telefonlarımıza sarıldık. Kalbimizin yankı bulduğu o birkaç kişiye ulaşmaya çalıştık. Herkes, “İyi misin?” demek, sevdiklerinden “iyiyim” yanıtını duymak istedi. Ne büyük bir teselli, ne kıymetli bir cümle… Doğal afetler ürkütücü, korkutucu ve…

  • Alışmak ve İçsel Gücümüz: Dağlardan Bile Güçlüyüz

    Yaratıcı, ölüm acısını önce dağlara vermiş. O heybetli koca dağlar bu acıyı kaldıramamış; sarsılmışlar, uğuldamışlar, parçalanmışlar. Sonrasında Yaratıcı, bu acıyı dağlardan alıp insanlara vermiş. İnsanlar bir gün ağlamış, iki gün ağlamış… Her geçen gün bu acıya alışmışlar. Sanırım biz insanların en büyük özelliği “alışmak.” Heybetli dağların bile kaldıramadığı bu acıyı, küçük insan bedenleri fiziksel olarak taşıyabilmiş. İnsanoğlu her şeye alışıyor. Ne kadar geçmeyecek, alışamayacağımız gibi gelse de, geçen her zaman bir bakıyoruz ki alışmışız… Unutmuyoruz ama alışıyoruz. Yaralarımız kabuk bağlıyor, acısı geçiyor mu, buna net cevap vermek zor. Ama hayat devam ediyor, biz yaşamaya, nefes almaya devam ediyoruz. Yediğimiz lokma kursağımızdan zor geçse de bir şekilde besleniyoruz. Uykularımız bölük pörçük…