-
“Hayırlı” Değil, Kolaylıkla ve Güzellikle Olsun
Kelimelerle aramızda görünmeyen bir bağ var. Kimini dua diye sararız dilimize, kimini yara gibi taşırız kalbimizde. Bu yazı, bir kelimenin nasıl değiştiğini, nasıl dönüştüğünü ve bir insanın hayatına nasıl iz bıraktığını anlatıyor. Bilmezdim, bir kelimenin altında paramparça olacağımı.Oysa zannederdim ki insanların içten bir “Hayırlı olsun” dileği, beni hayalini kurduğum mutlu sona götürecekti.Sabırla beklediğim, tevekkülle sırtlandığım, dişimi sıkarak geçtiğim yollar… Hepsi bu kelimeyle taçlanacak ve ben çektiklerimin mükâfatını alacaktım. Ama hayat, sahneme beklenmedik bir perde sonu ekledi.İnandığım, bildiğim tüm kavramlar yerle bir oldu.O günden beri “hayırlı olsun” kelimesi dilime yanaşmaz oldu.Lügatımdan eksildi. Bilmezdim kelimelerin bu kadar güçlü, bu kadar sihirli olduğunu.Doğru ya, hep “hayırlısını” isteriz Yaradan’dan…Ama bilmeyiz: Hayır kime göre, neye…
-
Kadının Evi Kalbidir
İnsan, doğada kendini evinde hissetmeyen tek canlıdır. Ağaç, rüzgârı tanır; kuş, göğü bilir; nehir yatağını bırakmaz. Ama insan, doğduğu topraklarda bile çoğu zaman yabancıdır. Dört duvarla çevrili alanlara “ev” deriz; ama ev dediğimiz şey, taşla sıvayla kurulmaz yalnızca. Ev, ait hissetmektir; güvende olmak, kendinle barış içinde bir yer bulmaktır bu dünyada. Peki kadın? Kadın bu evin neresinde durur? Ya da şöyle soralım: Kadın gerçekten bir eve sahip midir? Kadın, bu dünyada bir eve sahip olamayan tek varlık gibidir çoğu zaman. Doğar, babasının evidir orası. Orada kalırken bile hep “emanet”tir. Yetişir, bir gün gideceği evin hayaliyle büyütülür. Evlenir, kocasının evidir artık. O eve kendi emeğiyle, sevgisiyle, sabrıyla can verir ama mülkiyeti…
-
Bir İnsan, Bir Kalp Ve Bir Hikaye
Her şeyde biraz birilerini buluruz. Zamanında bizim için değerli olan birini her güzel şeye benzetir, Ve o güzel şeylerin içerisine hapsetmek, tutmak isteriz. Kişi kendinden bilir işi derler. Aslında Sertab Erener çok güzel özetlemiş bu durumu. ‘Sen sandığım şey belki benim yüreğimdi’ diyor şarkısında. Siz güzel sevince karşınızdaki de direk güzel oluyor, bu kadar güzel sevilmeyi hak etmesede. Güzel bakan gözler güzel görür. Biz güzel bakan insanlar, kurbağayı bile prense dönüştürebiliyoruz. Güzel bir bakışa sahipken, kötü görmek ve düşünmek ne mümkün ? … Bazen hayat, bir insanın kalbinde kopan fırtınalarla şekillenir. İnsanlar, sevdikleriyle inşa ettikleri hayallerin içinde bir süre kaybolurlar; bir ev, bir yaşam, bir gelecek… Bütün bunlar, sadece birlikte…
-
Kurtarıcı Olmanın Bedeli
Hayatının büyük bir kısmını “iyi” olmaya, “güçlü” durmaya ve herkesi idare etmeye mi adadın ? Belki kimse fark etmedi ama sen yıllardır görünmeyen bir yükü taşıyorsun… Bu yazı, sessizce yorulan, hep gülümseyen ama içten içe kendini unutanlara gelsin. Kendini tanımaya, şefkatle hatırlamaya bir adım atmak istersen, okumaya devam et… Hiç düşündün mü, herkesi idare eden, her şeyi toparlamaya çalışan kişi olmayı ne zaman öğrendin ? Belki de çok küçükken… Annenin yüzü asılmasın, üzülmesin diye sessiz kaldığında… Baban kızmasın diye hatanı gizlemeyi seçtiğinde… Evde huzur bozulmasın diye içinden geçenleri bastırıp fazla gülümsediğinde… Uslu, akıllı bir çocuk rolü oynarken kendini unuttuğunda… İşte o anlarda farkında olmadan bir inanç yerleşti içine: “Ben iyi…
-
Kırılmak Neden Kötü Olsun ? Kintsugi Felsefesiyle Yaralara Başka Bir Bakış
“İnsan hata yaptığı kadar olgun, kırıldığı kadar güçlüdür.” Zaman zaman hayattan payımıza düşen acılarla sarsılır, nefessiz kalırız. Koca bir okyanusta değil, yumruğumuz kadar bir kalbin içinde boğuluruz. Hayallerimiz, heveslerimiz kursağımızda kalır; aldığımız nefes bile ciğerlerimize ulaşamadan içimizde düğümlenir. O an geldiğinde, sessizce fısıldarız: “Tükendim.” Ama zaman, sabır ve kabul ile anlarız ki yanılmışız. Çünkü kırılmak, bir son değil; yeni bir başlangıcın eşiğidir. Kırılmak, Yeniden Doğmanın Başlangıcı Olabilir Mi ? Hiç kendini tam anlamıyla kırılmış hissettin mi ? Hayatın bir yerinde “Artık devam edemem,” dediğin oldu mu ? Peki, o anın ardından yeniden ayağa kalktığında, gerçekten aynı kişi miydin ? “Bazen en çok kırıldığımız yerde başlarız gerçekten var olmaya.” Hayat bazen…
-
Doğal Afet Ve İnsan
Siz hiç birinin bahçesine eşsiz bir çiçek ekebildiniz mi ? … Bu cümleyi yazdıktan hemen sonra İstanbulda 6.2 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Sarsıntı başladığında hayat birkaç saniyeliğine durdu. Yaşanılan gerçek sarsıntıyken, hissedilenlenler şok ve korku oldu. Korku, panik ve dua aynı anda yaşandı. Yerin altından yükselen uğultu, göğsümüzde yankılanan dualara karıştı. O an anladık ki doğa bizden çok daha güçlü ve bizler onun karşısında yalnızca birer misafiriz. Depremin ardından ilk hissedilen duygu şoktu, hemen arkasından ise korku geldi. Telefonlarımıza sarıldık. Kalbimizin yankı bulduğu o birkaç kişiye ulaşmaya çalıştık. Herkes, “İyi misin?” demek, sevdiklerinden “iyiyim” yanıtını duymak istedi. Ne büyük bir teselli, ne kıymetli bir cümle… Doğal afetler ürkütücü, korkutucu ve…
-
Alışmak ve İçsel Gücümüz: Dağlardan Bile Güçlüyüz
Yaratıcı, ölüm acısını önce dağlara vermiş. O heybetli koca dağlar bu acıyı kaldıramamış; sarsılmışlar, uğuldamışlar, parçalanmışlar. Sonrasında Yaratıcı, bu acıyı dağlardan alıp insanlara vermiş. İnsanlar bir gün ağlamış, iki gün ağlamış… Her geçen gün bu acıya alışmışlar. Sanırım biz insanların en büyük özelliği “alışmak.” Heybetli dağların bile kaldıramadığı bu acıyı, küçük insan bedenleri fiziksel olarak taşıyabilmiş. İnsanoğlu her şeye alışıyor. Ne kadar geçmeyecek, alışamayacağımız gibi gelse de, geçen her zaman bir bakıyoruz ki alışmışız… Unutmuyoruz ama alışıyoruz. Yaralarımız kabuk bağlıyor, acısı geçiyor mu, buna net cevap vermek zor. Ama hayat devam ediyor, biz yaşamaya, nefes almaya devam ediyoruz. Yediğimiz lokma kursağımızdan zor geçse de bir şekilde besleniyoruz. Uykularımız bölük pörçük…
-
Düşlere Ulaşmanın Sessiz Hikâyesi
Hayat, bir yolculuk…✨ Kimi zaman ayaklarımızın altında taşlar, kimi zaman gökyüzümüzde parlayan yıldızlar olur. Hepimiz bir yerlerden başlıyoruz, kimi zaman ne için yürüdüğümüzü bilmeden… Ama içimizde hep bir his var: Daha fazlası mümkün. Ve belki de o “fazla” dediğimiz şey, sadece bir düş kadar uzaklıkta. Diğerleri nasıl ulaşır düşlerine? Bu soruyu kendime defalarca sordum. Cevabını aradım, ama bir türlü bulamadım. Belki de yanıt, sorunun içinde gizliydi: Nasıl? Nasıl ulaşılır düşlere? Nasıl olduğunu bilmiyordum, ama bir şeyden emindim: Bir şekilde ulaşmalıydım. İlerlemeliydim. Emekleyerek, yürüyerek ya da koşarak… hiç fark etmezdi. Yeter ki ilerleyeyim. Çünkü elimizde olan, çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir şey, başkasının düşü olabiliyor. Aynı şekilde, başkasının sahip olduğu…
-
Doğayı Dinle
Doğayı Dinle Anlatacak Çok Şeyi Var Sana Bazen hayat öyle bir noktaya gelir ki, ne yaparsan yap bir çıkış yolu bulamazsın. Düşünceler ağırlaşır, kalp daralır, omuzlar çöker… İşte böyle zamanlarda yönünü doğaya çevirmek gerekir. Çünkü doğa, insanın en kadim dostudur. Sessiz gibi görünse de anlatacak çok şeyi vardır. Gözlerini kapatıp kulaklarını açarsan, sana bir ömür boyu yetecek kadar öğüt fısıldar. Gökyüzüne bak. Bulutlar kararsa da, unutma ki arkasında hâlâ bir güneş parlıyor. Görmesen de orada olduğunu bilmek bile yetmez mi umut etmek için? Toprak, her zaman hazır seni kucaklamaya. Negatif düşüncelerini ona ver, yükünü hafiflet. Toprak alır onları, saklar en derinlerinde, bir gün besin olur, yeni yaşamlar filizlenir içinden. İşte…
-
Benim Tutunduğum Dal: ‘Sanat’
İnsanın varoluş olan ruhu, bir bedene giydirildiğinde somut bir hâl alır. Dünyada sayısız yol ve tecrübe doğrultusunda yaşadıklarımız, bizi biz yapan değerlere dönüşür. Yaşamımız boyunca sayısız acı, hayal kırıklığı, umutsuzluk ve ihanetle karşılaşırız. Alışık olmadığımız bu duyguları yönetmek kolay değildir; çoğu zaman bir girdabın içinde nefessiz kalırız. Sisli bir duman çıkış yolumuzu kapatır, gözümüzle göremediğimiz için bir kurtarıcı bekleriz. Oysa çıkış yolunun haritası, gönül gözümüzde saklıdır. Bizler her zamanki gibi sadece bakar, ama görmeyiz. İnsan olmakla birlikte, her seferinde bir teselli ihtiyacımız da doğar. Yaşam boyunca bizleri teselli edecek birilerine veya bir şeylere ihtiyaç duyar, bu arayışta çırpınırız. Çoğu zaman tutunacak bir dal, dayanacak bir gövde ararız. Peki, tutunduğumuz dal…